blog

ALIŞILMIŞIN DIŞINDAKİ GENÇ MUCİTLERE

Talih de biraz el vermeli insana; hayat denen bu mebdebe… Tüm zelzele hikayeleri bundan müstesna… “Kendi elleriyle kendilerine 3 milyonluk mezar inşa ettiklerinden haberleri yoktu oğul!, şimdi o ev kabirleri olup onları yuttu bir şafak vakti”, demişti haşmetmeap. Gerçekten de yaşamında buralara gelip havasını solumayalar ve suyunu içemeyenler, anadilinin derununa aşina olmadan yabancı dil öğrenen insanlar gibidir, asla bu memleketin aksansız aşk dilini konuşamayacak ve anlayamayacaklardır. Bir toplumun psikolojik travması ile ilgili yukarıdaki alıntı beni derinden etkiledi. Depremden önce de bana hayat bilgisini aşılayan, beni eğiten ve bakanlıktaki gençlik projelerinde gençlerle benim ilgilenmemi salık veren asistanı ve danışmanı olduğum Kültür ve Turizm Bakan yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun ile asi nehrinin nereye döküldüğünü keşfe çıkarken uğramıştık yine Hatay’a. Depremden sonra bu defa meraklı genç mucitlerle gittik. Gerçekte Hatay diye bir yerleşim yeri yoktur, merkez ilçesi Antakya diğer adıdır. Bağrından usul usul akan Asi Nehri Lübnan'daki Bekâ Vadisi'nden doğup kendini İskenderun’da Akdeniz’e bırakır. Hitit Tanrıçasının bile koruyamadığı; Ulu Camii, Habibi Neccar Camii ve İskenderun’daki Sokullu Mehmet Paşa Külliyesindeki minarenin yıkıldığı hayalet şehir; aç ve başıboş köpekleri ve kedileriyle uzun süredir parkta görünmeyen insanların oturamadığı tozlanmış banklar ve Piyanist Filmini anımsatan bu hayalet şehrin arka sokakları, şehrin binalarının yüzde 70’i hasarlı ve yıkılmaya yüz tutmuş. Vali Ürgen Parkında Mimar Sinan gibi şehre hüzünlü hüzünlü bakıyoruz. Çaresiz ve ümitvâr bir şekilde. Devamında Kilis, Gaziantep, Adıyaman ve Malatya ile Elazığ’ın hikayesine gark olup yama yapılmış fay hattı kırıklarını takip ede ede kovuğumuza, her şeyin harika göründüğü! şatafatlı hayatımıza geri dönüyoruz. Sözün kendisi sükût anası da sükuttu. Genç mucitlere düşen meraklı bir şekilde memleketin sorunlarına eğilip güzel yarınlara kulaç atmaktır.  Şairin de dediği gibi “Mazi kalbimde bir yaradır|
Bahtım saçlarımdan karadır|Beni zaman zaman ağlatan|İşte bu hazin bir hatıradır”.

GEZMEK VE YENİ KEŞİFLER YAPMAK ÜZERİNE

Talih de biraz el vermeli insana, bütün seyyahi hikayeler bundan müstesna…Türkiye’nin en kuzeyinde, Karadenize eteklerini usulca salıverir Sinop. Adını bir vakitler konuk ettiği Amazonlar’ın kraliçesi Sinope’den aldığı varsayılır. Aynı zamanda Sinope, Irmak Tanrısı Asopos’un kızı, su perisinin de adıdır. Türkiye’nin en güneyinde Antakya (Hatay), minarelerin dahi yıkıldığı hayalet şehir; uzun süredir parkta görünmeyen insanların bıraktığı tozlanmış banklar ve Piyanist Filmini aratmayan bu hayalet şehrin adı Hititler döneminde Amik Ovası´ndaki Hitit Prenslikleri’nin birleşerek Hattena Krallığı adını aldıkları bilinmekte, Hatay adının da buradan geldiği varsayılmaktadır. Türkiye’nin anakaradaki en batı noktası ise Trakya’da Edirne ili Enez ilçe merkezi sınırlarında Meriç nehrinin Ege’ye döküldüğü noktadır. Bu nokta, Anadolu anakarasının en batıdaki noktası olan Baba Burnu’nun da batısındadır. Türkiyenin en doğusu Iğdır, önemli bir kültür kavşağında bulunur. Türkiye’nin Ermenistan ile doğal sınırını belirleyen Aras Nehri, Arpaçay ile birleştikten sonra Iğdır boyunca akar. Iğdırlılar için bu bir nevi hayat damarıdır. Sevgili gençler gezip gördüğünüz müddetçe havsalanız genişler ve dünyaya farklı bir gözle bakarsınız. Nitekim “Doğubeyazıt’tan Ağrı Dağı’na bakmakla Iğdır’dan bakmak arasında dağlar kadar fark vardır” derdi, Abdullah Efendi. Merhum Özkan Uğur abinin de Mevlana’ya atıf vererek dile getirdiği gibi: “Bir gün gelir,
Açmaz dediğin çiçekler açar.
Gitmez dediğin dertler gider.
Bitmez dediğin zaman geçer.
Hayat öyle bir sır ki;
Önce şükür,
Sonra sabır,
Sonra da inanmak gerek..” Gerçekten de insan hayal ettiği müddetçe (güllerin ya da dikenlerin içinde) yaşar.

GENÇ MUCİTLERİN HAYATINDAKİ DURAKLAR

İnsan yaşadığı coğrafyasının ürünüdür, der Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi de. Hayatımdaki durakları ve özellikle cins insanları! İstanbul kültürüne aşık bir üslupla anlattım İstanbul meraklısı gençlere… Özetle, bir İstanbul beyefendisi Ergun (Özbudun) hocam ile akademi hayatıma başlama aşkımı, Serap (Yazıcı Özbudun) hocamın akademik hayata beni nasıl hazırladığını, Mehmet (Genç) hoca ile akademik üslubu ve tavrı nasıl edindiğimi ve Halûk Hocanın nasıl hanegisi (muhit-mahfil-hanegi) olduğumu ve İstanbul kültürünü esasında Ayasofya ve Topkapı Sarayında Halûk hocanın dizinin dibinde edindiğimi İstanbul kültürüne meraklı gençlere anlattım. Her zaman söylerim lise çağında değmelisiniz körpe yüreklere ve o çağlarda çeliklemelisiniz dimağları yatağında…Meraklı genç mucitleri bu çağlarda doğru istikametler üzerine tahkim edebilmek gerekir. Memleket olarak kurtuluşumuz da buradadır. Körpe yüreğimi samimiyeti ile sulayan değerli lise hocalarım, Dilek Ödemiş, Emine Ün Atlay ve Murat Pekel’e çok şey borçluyum. İstanbul Hukukta beni samimiyeti ile eğiten Sinop eşrafından Mehmet Helvacı hocamı da yad etmek gerekir. Ara sıra kendisi ile gastronomi turuna çıkarız. Gah Mektebi Sultaniden sınıf arkadaşı Haluk hocadan gah Mektebi Sultaniden başka bir sınıf arkadaşı ve değerli eşi Serap Helvacı hocadan konuşuruz. Yine Halûk hocamın deyişi ile “kitap her zaman okunur, ancak insan bir gitti mi bir daha okunamaz! Şimdiden tanış olmak lazım”. Ergun Özbudun, Mehmet Genç, Serap Helvacı ve Halûk Dursun hocanın ruhlarına da bir Fatiha göndermiş olduk. Hülasa, hülasa